İlk ve son yazıları yazmak her zaman zordur. İlkinde bir heyecan, sonuncuda ise, genel de hüzün hakim olur. Ben’se geçmişe doğru “siya siya” kürek çekerek başlıyorum.
Konumuz “Sanatta Deniz”.
Deniz ayrı bir derya, sanat ayrı. Eğer her ikisini de seviyorsanız “aynı frekans” da buluşmak kolay. Sanat tarihçisi değilim. Denizciliğim kürek çekmekten öteye geçmedi. Ancak resim, seramik ve antika konularındaki merakım oldukça derinlerde.
Bu köşede zaman zaman benim yazılarımı görebileceksiniz. Amacım Sizlerle bir sohbet havasında bilgilerimi paylaşmak. Belki birlikte ünlü bir ressamı tanıyacağız, belki Londra’daki müzayede de satışa sunulan bir “kıyı haritasının” sahte olma ihtimalini tartışacağız. Ama denizle olan bağlantımızı, hiç koparmadan.
Haydi vira…
Bu gün sizlere, “deniz kompozisyonlu” çok önemli bir tarihi obje grubunu tanıtarak perdeyi açmak istiyorum. 7 senedir üzerinde çalıştığım ve 700 sayfalık kitap haline gelen bir araştırmam var. Konusu ”İznik Seramikleri Tarihi”. Adı “Sıraltı’nda Kalan Sırlar”. Bir sene önce 450 sayfada bitiriyordum, oldu 700. Hala ucu açık.
İznik seramiklerinin önemli kompozisyonlarından biri olan denizdeki kalyonlarla birlikte, Osmanlının bu olağan üstü mirasına doğru bir yelken açalım.
İznik seramikleri ile ilgili incelenmesi gereken tarihsel dönem, 1480 ve 1680 tarihleri arasında ki 200 yıllık bir zaman dilimidir.
Özellikle 1585’e kadar, İznik seramik atölyeleri, Sarayın kontrolünde olan ve ağırlıklı olarak Sarayın ihtiyaçlarını karşılayan bir statüde faaliyet göstermekte idi. Üretim planlamasına göre, Saray nakkaşhanesi deseni gönderir, üretimin her safhasını denetler, hammadde ihtiyaçlarının karşılanmasına yardımcı olur ve sonunda ödemeyi yapardı. Mimar Sinan’ın Saray baş mimarı olduğu dönemde, İznik atölyelerinden de “sorumlu” olması, Sarayın konuya ne kadar önem verdiğinin en dikkat çekici kanıtıdır.
1571 deki İnebahtı yenilgisinden sonra Osmanlı donanmasının toparlanması kolay ve çabuk olmamıştır. Bu savaşta kaybedilen 20.000 usta ve savaşçı denizcinin yerine, yeni Levent’lerin yetiştirilmesi bile 10 yıl sürmüştür. 1580 başlarından itibaren donanma yeniden yapılanmaya gidince, İznik seramiklerinde de bir çeşit reklam ve moral amaçlı kalyon desenli obje üretimleri dikkati çekmeye başlar.
Ana kompozisyon denizde giden bir kalyon veya kadırgadır. Bir bakarsınız açık denizlerde pupa yelken giderken, bir bardağın veya sürahinin etrafında sanki dünyayı dolaşmaktadırlar. Başka bir objede ise, Osmanlı donanması sanki düşmanını bekler gibi, adaların, kayalıkların arasına gizlenmiştir.
Denizin derinliklerinde balıkları görürsünüz. Gökyüzünde martılar bulutlar ve de çok enteresan olarak “dragon”lar karşınıza çıkar. Renk paleti zengindir. Fırça ve boyama tekniği hassastır. Umulmadık detaylar dikkati çeker. Örneğin bütün tekneler “batıya” doğru giderler. Sürpriz olarak bir obje Amerikan dolarının simgesini “($)” görebilirsiniz. (resim 1)

Bir “mola” alarak, bu tarihsel ve sanatsal mirası ne kadar az tanıdığımızı çok kısa olarak anlatmak istiyorum.
Ne yazık ki konuyla ilgili akademisyen ve araştırmacıların bir bölümü titiz bir çalışma yerine, günümüz teknolojisinin nimeti “kopyala/yapıştır” ı tercih ettiklerinden, 1950 lerden itibaren yayınlanan ve çok az sayıda olan bilimsel çalışmalardaki bazı “yanlış bilgileri” günümüze kadar taşımışlardır. Özellikle müze ve önemli müzayede şirketlerinin katalogları incelendiğinde, İznik seramikleri konusundaki “objeyi tanıtıcı bilgi” notları hatalarla doludur. Örneğin, 106 İznik seramik objesini incelediğimiz bir İngiliz müzesi koleksiyonundaki hatalı bilgi oranı % 80.1 dir.
Kalyonlarımıza dönersek, yanlış yorumlanan İki motifi Sizlere tanıtmak istiyorum.
İlki; “bulut” zannedilmesi “kabul edilebilir bir hata” olan “dragon”. Gökyüzünde görülen bol kıvrımlı bu motif, Çin mitolojisinin baş aktörü olan dragonun “stilize” desenidir. (resim 2) Saraydaki Çin porselenlerinden etkilenilerek kopyalanmış ve tamamlayıcı ve de boşluk doldurucu özelliği nedeniyle İznik çini ve seramiklerinde sık sık uygulanmıştır.

“Kabul edilemez bir hata” kapsamında olan ikinci motif ise; teknelerin arasında dolaştığı, zaman zaman gizlendiği, fırtınalı dönemlerde ise sığındığı adalar topluluklarıdır. Nakkaşlar ve uygulayıcı sanatkarlar bunları çizerken ve boyarken özellikle “kara parçası” olduğunu kanıtlamak için “kahverengi” tonlarında boyamışlar ve bununla yetinmeyip adanın bitki örtüsünü de özellikle yeşil renk kullanarak vurgulamışlardır. (resim 3,4,5,6)




Bu objelere bakıp görmeyen bir kısım akademisyen, bu motifi de halen “Bulut” zannetmektedir. Öyle ki; İznik çini ve seramikleri ile ilgili bir sergi katalogundan aldığımız şu cümle çok enteresandır. “Bulutlardan çıkan çiçek dalları”!…..
Sağlıcakla kalın.
Gökova’lı Kayıkçı


