Kişisel gelişim kitapları okumayı çok severim. Evrensel çekim kanunundan tutun da meleklerle konuşmaya, NLP, EFT gibi bilimsel ve spiritüel tekniklere açığım. Hiçbir kişiyi ve düşünceyi garipsemediğim gibi, kitabı okur; birkaç gün hayatıma uygular; sonra unuturum. Yine başıma kötü bir şey geldiğinde umutsuzluğa kapılır; sinirlenir; hatta bazen küfür de ederim. Aaa bir bayana küfür etmek hiç yakışmıyor değil mi? Yakışmaz tabi; ucuz gösterir seni. Sigara içmek de yakışmaz mesela kadına; basit kadınmış gibi gösterir. İşte böyledir; kadınsan eğer bir kelime küfür, bir dal sigara seni yaftalamaya yeterlidir.
Kişisel gelişim derken, toplumsal gerilim yarattım. Tebrikler bana. Neyse… Benim diyeceğim bazıları ibadet ederek mutlu olur; bazıları çok çalışıp başarılı olarak. Bazısı aşık olur; aşk böceği olur. Hayatını tek bir kişiye endeksler; o gidince dünyası tepe taklak olur. Ama konumuz bu değil.
Kitap okumayı oldum olası severdim de kişisel gelişim tarzına Aykut Oğut’un “Evrenden Torpilim Var” kitabıyla başlamıştım. O kitapla fark ettim ki ikili ilişkilerinden tutun arkadaş ilişkilerinde dahi aldatılan ben, bu gerçekleri hayatıma kendim çekmişim. İnsanların güvenilmez olduğunu kafama kodlayan da bendim; güvenilmez insanları hayatıma çeken de. Bu inancımı değiştirmedikçe hayat karşıma hep güvenilmez insanları çıkaracaktı. Ve öyle de oldu. 3 senelik ilişkimin nasıl bittiğini az çok tahmin edersiniz. Ama konumuz bu da değil.
İşte ne diyordum… O kitabın ardından elime bu konuyla ilgili ne geçerse okudum. Hani bir kitap olsun, bana bir cümle söylesin, tüm hayatım değişsin umuduyla. Osho’lar mı okumadım, tasavvufta aşkı mı aramadım, nefes egzersizleri, meleklerle konuşmak, çakralarını açmak, orana burana garip garip vurmak, her şeyi herkesi secretlamak mesela. Kendimden ışık yılı uzakta kendimi aradım.
Bu yazıyı ilk gönderdiğim insan, dostum, meslektaşım, 15 gün içinde kimsenin bilmediği hayallerimi paylaştığım insanla tanışmamız da böyle bir kitap okurken oldu. Önce kitabın adını beğenmedi, sonra yazarını, sonra içeriğini. Önyargı dolu sorularıyla çıldırttı beni adeta. Söylemeden geçmek istemiyorum; bu kitabın yazarı dünyaca ünlü bir yazar, yaşam koçu ve hani şu Best Seller dediğimiz kitapların yazarlarındandı. Kitabın iyiliği ya da kötülüğü değildi zaten canımı sıkan; her kitaptan öğrenilecek çıkarılacak birçok tecrübe vardır muhakkak. Mesela ben sizin ‘Kezban’ dediğiniz Pucca’dan bile şahane şeyler öğrendim, en azından mutlu oldum, güldüm, yetmez mi?
Bu tartışmanın ardından diyemedim ki: “Ben aslında çok mutsuzum, kitap bahane, o kitabın vereceği bir tavsiyeye bir cümleye muhtacım. Yoksa kendimi kırlangıçtan atacağım” diyemedim. Evet, doğru duydunuz. Ben bir gemide çalışıyorum. O zamanlar bilmiyordum üzülmek hepimizin hissedebileceği bir duygu ve bazen buna engel olamayız. Ama bu duygulara ne kadar saplanıp kalacağımız tamamen bizim seçimimiz. Ve mutluluk bir olaya, bir şarta, yahut bir kişiye bağlı olmamalı. Mutluluk tamamen içsel bir olay. Bu aralarda yaşadıklarıma, bunu nasıl anladığıma veya nasıl iyileştiğime hiç girmeyeceğim şimdi. Benim asıl sözü getirmek istediğim farklıydı. Laf lafı açtı.
Kişisel gelişim demiştim. Aykut Oğut’tan bahsettim. İnternet ortamındaki paylaşımları bana biraz yapay geldi. Ama kitaplarını şiddetle tavsiye ederim. Çok samimi. Hatta en samimisi. Arkadaşınla dertleşir gibi yazmak böyle olsa gerek dedirtti. Ki ben yazmayı çok isteyip bir türlü beceremeyen insana bile yeniden yazmak için ilham verdi.
Son aldığım kitabının adı Keşke Kadın Olsam. Röportajını izlemiştim, kendi doğmamış kızına yazar gibi yazdığını söylemişti. En çok etkilendiğim nokta, “Kadınların kendilerine bunların yapılmasına izin vermelerine daha fazla dayanamadım” demişti. Bir erkek kendi ağzıyla yazıyor ve “Keşke kadın olsam.” diyordu. Kitabımın ismini gören her erkek bunu tabiki geyiğe vurdu. ‘Kırık mı bu adam?’ ya da ‘Ee olsun madem kadın, kim tutuyormuş onu ki?’ şeklinde. “Yok, aslında anlatmak istediği farklıymış” diye savunmaya geçtim okumadan. Sonra bir çırpıda okudum kitabı.
Beğenmesine beğendim, Çünkü ben de orada sözünü ettiği kadınlardan biriyim. Bir gemide 3. Kaptan olarak çalışıyorum. Erkek egemen bir meslek, fiziksel güç ve duygusal dayanıklılık istiyor. Yanında özlemi, yorgunluğu, yalnızlığı cabası. Büyük bir duygusal denge işi aslında. Ki bu dengeyi sağlayabilmiş hem cinslerim var mıdır; tabi ki de var. Bu mesleği sonuna kadar layığıyla yapan, ve olacak da. Yoksa siz hala kadınların yapamayacağı bir şeyler olduğunu mu düşünüyorsunuz?
Bu meslekteki asıl zorluk duygusallığımızı, yani kadın olarak bizi biz yapan en ulvi özelliğimizi terk etmemiz aslında. Erkek gibi dur, erkek gibi yürü. Kız gibi gülme tadında. Kendimiz olamayacaksak bu hayatı yaşamanın ne anlamı var ki? “O zaman bu mesleği seçmeseydin” diyorlar. Evet; o da kendi seçimimdi, ama ben şuan durup düşünüyor ve kendim olmayı seçiyorum. Çünkü kendimi böyle seviyorum. Artık seviyorum yani…
Neyse gelelim kitabı bitirdiğim geceye. Bir meslektaşıma tekrar ve tekrar kitabın sandığı gibi bir anlam taşımadığını, yazarın evli ve karısına aşık bir adam olduğunu anlatmaya çalışıyordum. Özetle, kadınların ne kadar üstün özellikleri varken, erkeklerin kendilerine neden böyle davranmasına izin verdiklerini, kendilerinin neden mecbur hissettiklerini anlatıyor dedim. Bu çağda hala evde kalma korkusunun nasıl varolabildiğini açıklıyor diyordum. Bu arada benim evim olmadığına göre ben de gemide kalacağım anlaşılan. Hadi hayırlısı bakalım. Ben güzelce kitabı açıklarken, kanımı donduran o sözleri söyledi bir anda. “Ama yani kadınların gerçekten ne üstünlüğü olabilir ki? Tamam sen kitabı okudun diye gaza gelmiş olabilirsin, ama kadınlar asla erkeklerden üstün olamaz“ dedi. Sinirimden titredim. Ama hep böyle olurum, birşey diyemem, hem biraz pısırık olduğumdan, hem aman insanlarla aram bozulmasın diye. “Ama öyle değil işte” diyebildim. Hepimizin birbirimizden farklı özelliklerimiz var. Savunmaya bak!
Siz çok muhteşemsiniz sanki. Hayatınızda kadın olmadan nasıl büyür, yetişirdiniz çok merak ediyorum. Dönüp “Mesela ben senden daha akıllıyım canısı” demek istedim. Her türlü yarışa varım. Ama demedim tabi. Çünkü insan sadece emin olmadığı şeyleri ispatlamaya çalışır. Ama bu insan toplumda, evde, okulda böyle görmüştü. Üstün cins, kıymetli evlat olarak yetişmişti belli ki. Kadın ona göre evde oturur, çok para kazanmaz, erkek eve bakar. Demek ki yanımda gibi durduğu her an benden nasıl üstün olduğunu düşünmüştü. Ben üzülüp ağlarken, “kız işte” demişti içinden. Yani duygusal olmam bir defoydu, bir zayıflık bir ayıptı adeta. Ki yine kitaptan alıntı yapacağım. Hissedebilmek, hissetmeye sonuna kadar izin vermek ve bu sayede daha derin algılamaktır demişti kitapta duygusallığın tanımına. Yani ben hiçbir şey hissetmiyorum burda derken duygusallaşamamın patlamasını yaşıyormuşum. Bu kitap sayesinde fark ettim. Arada derim zaten odunum ben biraz diye. Erkek gibi ol, güçlü durdan anladığım, hissetmemekmiş meğersem. Ama yaşamanın tek amacı kendin olmak olmalı, tüm yolculuklar kendini tanımaya yapılmalı. Ve tüm adımlar sevgiyle atılmalı.
Şimdi politik olup erkeklere burdan sevgiler göndermek isterim. İyileri yok mu? Mükemmelleri var. Ama erkekler mantık ise, biz duyguyuz kabul edelim. Ve ben asla pozitif ayrımcılık istemedim. Kitapta kadının ne kadar üstün olduğu anlatılmış, bunları kimseye dayatmadım. Benim istediğim bizi kabul edin. Anneler oğlunuza adam olmayı öğretin. Erkek çocuk bakkala gider; kız çocuk sofrayı hazırlar tadında olmasın hayatlar. Kadınları sevin. Baş tacı edin. Bırakın hayat onlarla aksın. Bunca okuduğum kitapta en çok kendime verdiğim söz, “Asla bağımlı olma.” oldu. Kadınlar bağımlı olmayın. Evde kalmaktan korkmayın ki huzurun olmadığı hiçbir yer eviniz olmayacak.
Bu olanlar, yaşananlar, ölümler, tecavüzler, kan donduran olaylar bir yana, tek bir cümleye verdiğim tepki bile bugüne kadar yaşanılanlara dur demeli dedirtiyor. Keşke erkek olsak da bir kadına nasıl davranılır göstersek. Ve keşke kadın olsanız da bize neler yaptığınızı bir görebilseniz . Çok şey istemiyoruz beyler, biraz empati, biraz da saygı sadece.
Begüm Olut
Uzakyol Vardiya Zabiti
Bayan deniz zabitlerinin sayısının artmasının gemi hayatını daha medeni hale getireceğini değerlendiriyorum. Şu anda da oldukça başarılılar. Hadi kızlar denize!
Gemide bayan zabit olunca Hocam, ağızdan çıkan kelimeler değişiyor. Bulunulan ortamın kalitesi artıyor.
ERKEKLER BAŞARISIZDIR..TABİİ HEPSİ İÇİN GEÇERLİ DEĞİL BU DÜŞÜNCELERİM..DÜNYANIN HALİNE BAKINCA NE KADAR BAŞARISIZ OLDUKLARINI GÖREBİLİRSİNİZ..
GEÇMİŞTE KADINLARIN EGEMEN OLDUĞU BİRÇOK TOPLULUK YAŞAMIŞ..ŞİMDİ ERKEKLER EGEMEN … ÖZELLİKLE DE KADINI CAHİL BIRAKMIŞLAR..TEKRAR EGEMEN OLUR DİYE BELKİ….
KADINLARI OKUTUN EĞİTİN BAKIN NE KADAR BAŞARILILAR ,SONUÇ ERKEKLER ORTADA KALMIŞ…GÖRÜRSÜNÜZ…
KADINLAR ERKEKLERDEN DAHA ZEKİDİR VE DOĞURGAN OLMALARI YANINDA BİRÇOK BAŞKA ÖZELLİKLERİ DE VARDIR..
KAS GÜCÜNÜ ERKEK, ZEKA GÜCÜNÜ KADIN TEMSİL EDER..
Değerli Hocam (-Öğretmenim- diye düzeltip sizi şimdilik kızdırmıyorum),
“Erkekler başarısızdır” sözünüz umuyorum ki benim için geçerli değildir. 🙂
Şakayı bir kenara bırakırsak; kadının aldığı eğitime yeterince önem verilmemesinin temel sebebi olarak toplumsal ve bireysel cehaleti görüyorum. Bugün Japonya, İsveç, Norveç gibi eğitim düzeyi yüksek olan ülkeleri incelediğimizde eğitim hakkı anlamında kadın-erkek eşitliğinin mevcut olduğu gerçeğine ulaşıyoruz. Ancak ne yazık ki ülkemizde bu durum farklılık göstermekte ve “Haydi kızlar; okula” gibi kampanyalar yardımıyla sağlanmaya çalışılmaktadır. Aslında bu kampanyaya ihtiyaç duyulması, utanılacak bir durumdur.
Saygılarımla
En Tehlikeli Görüş, Dünyayı Hiç Görmemiş Olan İnsanların Dünya Görüşüdür.
Alexander von Humboldt